Sohbet

Welcome to Ilahi-Ezgi - Manevi Dünyanız. Please login or sign up.

25 Kasım 2024, 17:13:08

Login with username, password and session length

Üye
  • Toplam Üye: 4,298
  • Latest: mdeniz
İstatistikler
  • Toplam İleti: 118,461
  • Toplam Konu: 13,897
  • Online today: 529
  • Online ever: 2,613
  • (21 Ocak 2020, 20:27:20)
Çevrimiçi Üyeler
Users: 1
Guests: 262
Total: 263
By_Caner
Google

En Son Konular

Ziya Uğur - Canı Gönülden Sevenler 2016

Başlatan Mehmedim, 08 Mart 2018, 14:22:52

« önceki - sonraki »

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

08 Mart 2018, 14:22:52 Last Edit: 14 Aralık 2021, 07:10:47 by Mehmedim
Ziya Uğur - Canı Gönülden Sevenler 2016
13 / 00:00:42:11 / 38,63 MB



Ziya Uğur - Canı Gönülden Sevenler 2016 (13 / 42:11)
-----------------------------------------------------
Ziya Uğur - Ahmet Mercan - İbrahimî duruş ve İsmâilî teslimiyet  *1:25*
Ziya Uğur - Atilla Maraş "Sevelim, sevilelim, dünya kimseye kalmaz."  *1:18*
Ziya Uğur - Buda Geçer  *1:26*
Ziya Uğur - Dokumacının Gözyaşları ( Hikaye )  *3:03*
Ziya Uğur - Hayati İnanç - Aşk imiş her ne var alemde.  *4:43*
Ziya Uğur - Hayati İnanç - Gerçek Sevenler  *9:08*
Ziya Uğur - Hz. Ömer'le dürüst çobanın hikâyesi..  *2:13*
Ziya Uğur - Hz.İbrahim ve Hz.İsmail'in Hikâyesi  *4:20*
Ziya Uğur - Mustafa Aydoğan - Gönül, Allah'ın yurdudur  *1:43*
Ziya Uğur - O Kulunu Mahrum Etmez  *4:31*
Ziya Uğur - Sermayesi Eriyen Adam (Hikaye)  *2:56*
Ziya Uğur - Tevazunun Zirvesi Bir Vali Selman-ı Farisi (R.A.)  *2:17*
Ziya Uğur - Yalnız Allah Bilsin  *3:08*
[hide thanked=1]
Ziya Uğur - Canı Gönülden Sevenler 2016

[/hide]
Youtubeden derlemedir


ALLAH (C.C) Razı Olsun kardeşim.
Paylaşım İçin Teşekkürler
Ellerinize ve  Emeklerinize Sağlık





Allah (C.c.) Tüm Müslümanlardan Razı Olsun İnşaallah...


Emeği Geçenlerden ALLAH Razı ve Memnun Olsun...
☾☆ Mekke'ye Hasret Gönüller İçin, MEKKE FM ☆☽

owner  :  http://mekkefm.com/
owner  :  http://cansuyufm.com/
mail     :  mekkefm@msn.com
Merkez :  Sakarya

İBRAHİMİ DURUŞ VE İSMAİLİ TESLİMİYET
Hz. İbrahim'in yaşı bir hayli ilerlemiş ancak henüz evlâd sahibi olmanın sevincine mazhar olamamıştı. Hz. İbrahim gece gündüz Mevlâ'dan hayırlı bir evlad niyaz ediyordu. Ve nihayet Allah-u Teala, Hz. Hacer ile Hz. İbrahim'e bir erkek evlad ihsan eyler.. Ona İsmail adını verirler. Günler hızla geçmektedir, Hz. İsmail artık yedi yaşlarına gelmiştir. Bu sıralarda Hz. İbrâhim, bir gece rüyasında Hz. İsmâil'i kurbân ettiğini görür. Emin olmak için bekler. Ertesi gece aynı rüyâyı görür. Yine bekler. Üçüncü gün yine aynı rüyâyı görünce durumu anlar, Rabbi ondan oğlu İsmâil'i kurbân etmesini istemektedir... Zor ve çetin bir imtihandır onların ki. Hz. İbrâhim, oğluna: " Oğulcuğum!. Bir ip ve büyük bir bıçak al. Sonra, şu vadiye gidelim de ev halkına odun toplayalım" der. Ona Rabb'inin, kendisine emrettiği şeyden bahsetmez. Baba-oğul Şı'b Vâdisine doğru yöneldikleri zaman şeytan, bir adam suretine girip, Hz. Hacer'e gider. Ona: " İbrâhim oğlunu nereye götürüyor, biliyor musun?" der. O da: "Vadiden odun toplamaya götürdü", cevâbını verir. Şeytan: "Hayır, kesmeye götürüyor", der. Hz. Hacer: "O oğlunu çok sever!" diye karşılık verir. Şeytan devamla: "Allah emrettiği için onu kurbân edecekmiş!" deyince Hz. Hacer annemiz: "Eğer Allah emrettiyse itiraz etmeyiz" der. Hz. Hacer'i kandıramayan sinsi şeytan, Hz. İsmâil'in yanına gider: "Baban seni nereye götürüyor, biliyor musun?" der. Hz. İsmâil: "Vadiden odun toplamaya" der. Şeytan: "Hayır, seni kesmeye götürüyor. Rabbinin kendisine böyle emrettiğini zannediyor!" der. Bunun üzerine Hz. İsmâil: "O emretmiş ise bunu seve seve yerine getiririz" diyerek şeytanı kovar. Şeytan Hz. İsmâil'i de kandıramamıştır. Son çâre Hz. İbrâhim'e gider: "Ey ihtiyar! Oğlunu nereye götürüyorsun? Şeytan seni rüyâda kandırmış" der. İbrâhim Aleyhisselâm onun şeytan olduğunu anlar ve: "Ey Allah düşmanı!. Vallahi, ben Allah'ın emrini, o vadide mutlaka yerine getireceğim" der. Hepsi de, Allah'ın buyruğunu dinlemek ve ona boyun eğmek hususunda birleşmişlerdir. Hz. İbrâhim Sebir vadisinde, oğlu ile baş başa kalınca, ona: "Yavrucuğum" der. "Rüyâmda Allah, seni kurbân etmemi istedi." Hz. İsmail: "Babacığım, Allah neyi emrediyorsa sen onu yap. İnşallah ben buna sabredeceğim. Allah'ın emrine boyun eğ!" der. Hz. İsmâil, henüz yedi yaşındadır. Söylenenlere karşı hiçbir itiraz göstermeden Allah'ın emrinin yerine getirilmesini beklemektedir. İbrâhim Aleyhisselâm kalbi hüzün dolu olarak Hz. İsmâil'i kurbân etmek ister; ama bıçak, Hz. İsmâil'i kesmez. Bıçağı biler, birkaç kez daha dener, ama bir türlü muvaffak olamaz. Keskin bıçak Allah'ın emriyle kesmez olur. Hz. İbrahim: "Her halde, bu iş Allah'tandır!" der. O sırada, Yüce Allah tarafından: " Ey İbrahim!. Rüyana, sadakat gösterdin! İşte sana oğlunun yerine boğazlayacağın kurbanlık, boğazla onu!" buyrulur. Hz. İbrahim doğrulup bakınca Cebrail Aleyhisselam'ın yanında bir koç ile dikilip durduğunu görür. Koçu alır ve tekbirlerle Mina'da kurban eder.

SEVELİM SEVİLELİM DÜNYA KİMSEYE KALMAZ
Sayılı günleri olan insanoğluna, menzile varma hususunda aşkın rehberliğinin işi
kolay kılacağına inanıyor musunuz?
Mehmet Atilla Maraş
Yunus Emre diyor ki:
"Gelin tanış olalım,
İşi kolay kılalım,
Sevelim, sevilelim,
Dünya kimseye kalmaz."
Bu şiirden çok şey anlıyoruz biz. Demek ki, geçici bir mekana gelmişiz, biz burada bir
konuğuz, her gelen bir süreliğine burada konaklıyor sonra zamanı gelince bu mekanı terk
ediyor. Biz de bir gün bu mekanı terk edeceğiz. Peki neden geldik bu mekana? Onu da
açıklıyor Yunus Emre: "Sevelim, sevilelim, dünya kimseye kalmaz." Dolayısıyla işin
temelinde sevgi ve aşk var. Büyük şairlerin, büyük mutasavvıfların hepsi bu aşkı söylemişler,
yaşamışlar ve tavsiye etmişler; Mevlânâ'da aynı şey var, Yunus'ta da aynı şey var.

BU DA GEÇER
Bir zamanlar dini bütün, özü temiz bir padişah yaşar. Doğudan batıya bütün dünya
onun buyruğundadır. Günlerden bir gün padişah emrindeki vezirleri toplar ve onlara der ki:
"Bu sıralarda perîşan bir haldeyim. Gönlümde acaip bir istek belirdi. Neden geldi bu
istek? Onu da bilmiyorum. Bana öyle bir yüzük yapın ki gamlandığım zaman ona bakınca
gönlüm neşelensin ve gamdan kurtulsun. Gönlüm dünyanın sefasına kapılıp, baki hayatı
unutmaya meylederse de ona bakıp kendime geleyim."
Vezirler padişahtan mühlet isterler. Devrin ariflerine, bilgelerine sorarlar, bir hayli
düşünürler ve epey bir zaman sonra hep birlikte yüzüğe ne yazacaklarını karar kılarlar ve
yazıyı padişahın kuyucusuna verirler.
Kısa bir süre sonra yüzük sultâna sunulur. Sultân önce bir şey anlamaz, çünkü son
derece sade bir yüzüktür bu. Derken üzerindeki yazıya gözü takılır, biraz düşünür ve yüzüne
büyük bir mutluluk ışığı yayılır. Yüzüğün üzerinde "Bu da geçer" yazmaktadır.

DOKUMACININ GÖZYAŞLARI
Takdir neyse o kadar zamanın,
Tekrarı yok bu fâni dünyânın..
Ümit etmek Mevlâ'dan, ümitsizlik şeytandandır. Ümitsiz değiliz, olamayız da.
Rahmeti sonsuz olan Rabbimiz var. O ki vermeyi istemeseydi, istemeyi vermezdi. Bizim
hâlimizi düzeltmek için gayret ettiğimiz gibi, Mevlâ'da bizleri affetmek için sebepler arıyor.
Bir adım kendine yaklaşana cömertlerin en cömerdi Allah (c.c.) misliyle muamele ediyor.
Haydi neyi bekliyorsun öyleyse. Unutma bir şansın daha var, henüz vakit varken..
Dilden dile anlatılan, zamanla anonimleşen hikayeler vardır. Dokumacının hikâyesi de
bunlardan..
İşine büyük bir hassasiyet gösteren dokumacı, Bağdat'ın en hatırı sayılır
dokumacılarındandır. Sipariş üzerine çok güzel bir kumaş dokur, parasını da peşin alır. Fakat
siparişi veren tüccar dokumada bir kusur bularak kumaşı geri getirir.
Dokumacı mahzunlaşır, kumaşını geri alır ve peşin aldığı ücreti iade eder. Bu arada
gözlerinden inci gibi yaşlar süzülmeye başlar. Kumaşı geri getiren tüccar bu duruma üzülür.
Dokumacının mahzun hali ona çok dokunur. Kumaşı getirdiğine çoktan pişman olmuştur bile.
Parayı ona uzatarak:
" Niçin ağlıyorsun? Paraya ihtiyacın varsa parayı geri verelim. Kumaşı geri verdik
diye üzüldüysen alıp gidelim ve bundan kimseye bahsetmeyelim, teklifinde bulunur."
Fakat dokumacı paraya elini uzatmaz bile. Onun derdi başkadır. Derin bir âh çekerek şöyle
der:
" Hayır, kumaşımın geri getirilmesine ağlamıyorum. Bu hal benim aklıma ahiret
gününü getirdi de onun için ağlıyorum. Kumaşımın bir kusuru görüldü ve geri çevrildi. Ben
şimdi bunu geri almaya muktedirim. Fakat ya ömür boyu yaptıklarım Allah'a arz olunduğu
zaman, kusurları yüzünden geri çevrilecek olursa. O zaman ne olur benim hâlim? O gün
benim ne param olacak ne de malım. Hayat, kumaş gibi değil ki, düzeltilsin ya da tekrar
dokunsun.."

AŞK İMİŞ HER NE VAR ALEMDE
Fuzulî'nin üslûbudur, hep ilim erbabı profesör üzerinden, fakih üzerinden mukayeselerle anlatır. Fakîh-i medrese ma'zûrdur inkâr-ı aşk etse, Yok özge ilmine inkârımız bu ilme câhildir. Der mesela. Profesör aşkı inkar ederse haklıdır, anlamadığı için inkar eder, sahasındaki ihtisasına hürmetimiz var ama bu işi biz biliriz diyor. Bu sualinize konu olan meşhur beyitte ise, kemalin ilimle elde edilemeyeceğini ve kemale ancak aşk ile kavuşulabileceğini anlatıyor. Fakat biz burada ilmin kıymetini gözden düşüren yorum biçimine kat'iyyen gitmemeliyiz. Burada durum şu, esasen o ilim olmadan da olmaz. İlimle olmaz, ilimsiz de olmaz. Peygamber (s.a.s) den en çok hadis rivayet eden kimse Ashab-ı Suffe'den Ebu Hüreyre efendimiz (r.a.) diyor ki: "Rasulullah'tan iki ilim aldım; birini söyledim yazdınız, öbüründen bahsetsem sapıttı diye beni öldürürsünüz." (Buhari, İlim, 42) Birincisi zahiri ilimlerdir, ikincisi batını ilimlerdir. İlmi ledün dediğimiz şeydir, kalpten kalbe intikal eden, aşk. Yani kitap sayfalarından ve gönül sayfalarından. İkisi de olmazsa olmaz. Ama aşkı sadece ilimle, sadece öğrenmekle, sadece akılla fethedemezsin. Bu ayrıca gönül işidir diyerek biraz önceki izahlar meyanında hem emre inkiyad, hem de itaat, takva, salah, zühd hepsi tamam. Buna ilaveten aşkın derinliğine ve sonsuzluğuna yolculuk. Şimdi bunu örneklerle, en azından bir miktar kavramak, çok daha mümkün. Ebü'l-Vefa Hazretleri'nin kapısından, Sultan Fatih sıradan bir talebe gibi içeri girmek ister. Hazreti Ebü'l Vefa müsaade etmez: "görüşemeyiz, dönsün" der. Ağlayarak döner Sultan. Sultan Fatih ağlayarak döner ama Ebü'l Vefa'da ağlamaktadır. Daha sonra sorulur tabi: "Efendim hem siz üzüldünüz, hem o üzüldü. Kapıya kadar gelmişken niye kabul etmediniz sultanı." Cevap buyurur: "O gaza askeridir, biz dua askeriyiz, gelir de bu lezzeti tadacak olursa devletten soğur biz ona ayrılık olmayan yere randevu verdik orada görüşeceğiz." der. Aşk aslında hiç gözümüzden kaçırmamamız gereken bir husus. Sonsuz hayat henüz başlamadan oraya bir hazırlık dönemindeyiz. Her şeyimiz sonsuza endeksli, sonsuza ayarlı. Aşk sonsuz yaşanan, sonsuzda meyvelerini veren, sonsuz hayatta neşv-ü nema bulan bir hazine olarak, muhafaza etmemiz gereken emanettir. İşte bizim edebiyatımızın dünyanın modern kültürüne ram olmuşlar ya da ondan başka bir şey görmemiş olanlar arasında asla anlaşılması mümkün olmayan ciheti bu. Neden anlaşılamıyor? Sonsuza endeksli olduğumuzu anlayamıyorlar da ondan.. Hayatlarını sonlu yaşıyorlar; üç gün, beş gün, şu gördüğümüz daracık dünya çerçevesinde yaşananlara aşk diyorlar. İşte bütün bunlara cevaben bizimkiler derler ki: "Nefsin hevâsına aşk adını vermek, altın taç giydirilmiş kel kör bir başa benzer." Bizde her şey sonsuza endeksli. Çünkü Allah sonsuzdur, bakidir. Aşk O'na dair, O'na aittir. Diğer – sözüm ona – aşklar bir egzersizdir. Bizi O'na hazırlayan laboratuar çalışmalarıdır. Orada da mayın tarlasına düşmeden, suça girmeden, yani yanlış yapmadan usulünce süreci yönetmek lazım. Cenab-ı Hak hepimize nasip etsin.

GERÇEK SEVENLER
Sevginin sadece sözünü edenlerle onu yaşayanlar arasında ne fark vardır
Hayati İnanç
Bu Sualiniz bana 4 ayrı şairi hatırlatıyor
İlk beşinin sahipleri Şair Baki ile Yahya Kemal Beyatlı
Diğerinin sahipleri de Kanuni merhumla Şair Fevri
Kimi ar ar dedi katli dildara kimi elif
Cümlenin maksudu bir amma rivayet muhtelif
Aslında aynı şeyi söylemişler ama söyleyiş farkları var
Üslup farkları var.
Baki merhum beytine Yahya Kemal Beyatlı'nın taştir,
Taştir Edebiyatımızda çok güzel bir üslup.
Beyitin arasına iki Mısranın arasına üç Mısra ile giriyor sonraki şair
Sonra muazzam bir eser ortaya çıkıyor.
Baki ve Yahya Kemal gibi iki büyük Usta'dan da çıkan kıtanın
Suaalimize bire bir cevap teşkil ettiğini düşünüyorum=
Fermanı aşka Can iledir inkıyadımız
Burdur hayali Yar İle her lahza yadımız
Mevkuftur o mahe samimi fuadımız
Ahir varınca haddine estii şadımız
Hükmü kazaya Zerre kadar yok inadımız
Önce Günümüz Türkçesine birebir tercümesine çalışayım=
Aşkın Fermanı'nı tebellüğ ettiğimiz zaman
Bize o ferman tebliğ edildiği zaman zerre kadar kazanın hükmüne
Kader'in hükmünü itirazımız olmaz.
Hemen Can ile boyun eğeriz.
Bunu Canımıza minnet biliriz.
Hemen anlaşılacağı üzere beyitte Mevzubahis olan aşk Allah Aşkıdır.
İlahi aşktır. Zaten aşk da budur.
Baki merhum söylüyor=
Kelama Aşk Ey Baki serâser Sırrı Vahdettir
Murat'ı cümlenin birdir bütün dünyayı söyletsem
Aşka dair kim ne söylerse söylesin
Hepsi haddizatında İlahi aşkın bir mertebesidir.
Ona Doğru giden bir hikâyenin başıdır Ortasıdır.
Ama Neticede aşk Allaha mahsustur.
Bu sözlerin izahına girmeden önce şunu hemen belirtmede yarar var.
Bayezid-i Bestami oğluna=
Yavrum Allah'ı seviyor musun diye sana sorulacak olursa
Sus, Çünkü sevmiyorum desen Maazallah kafir olursun
Seviyorum desen Onu sevenlerin hali sende yok ki
Cevabında Vasiyetinde bulunmuştur.
Fermanı aşka Can iledir inkıyadımız
Hükmü kazaya Zerre kadar yok inadımız
Aşkın Fermanı bize tebliğ edildiği zaman biz Murat'ı ilahinin ne olduğunu anladığımız zaman
Tebellüğ emri aldığımız zaman Zerre kadar inat etmeden Canla başımızı eğer
Boyun Eğer ve inkıyad ederiz teslim oluruz o emre o hükme.
Araya girdiği zaman Yahya Kemal Muazzam bir şerh yapıyor=
Pürdür hayali yar ile her lahza adımız
Bizim Hatırımızda hayalimizde kalbimizde Ondan başkasına yer yok
Biz başkasını düşünmeyiz bile.
Nazarı dikkate almayız
Sultan Fatih Bir beytinde öyle söylüyor=
Eğer sevgilisinin rızası Yoksa herhangi bir işte
Hakkın rızası yoksa Herkes onu göklere çıkarsa kıymeti yoktur.
O razı olmuşsa Herkes razı olmuş demektir.
Böylelikle buraya kadar yapmaya çalıştığımız şerhten anlaşılan
Hiç itiraz etmeksizin gönülden Candan emrine baş eğmek
Hakiki aşkım bir şahidi Ondan başkasına gönlünde yer vermeyip hep onu anıyor olmak bir diğer ikinci şahit
Mevkuftur o mahe samimi fuadımız
Te'kiden kuvvetlendirerek Yahya Kemal diyor ki
O Ay gibi olan sevgiliye Tutkun tutulmuş mevkuf vaziyetteyiz
Biz o yörüngenin dışına çıkamayız
Hani Pervane Mumun etrafında dönerken hiç başka bir yere gitmez
Gidesi gelmez gidemez
Bilakis canı pahasına yaklaştıkça yaklaşır
En son bu durum tahammülünü aşar ve kendini bırakır ateşe o vaziyeti anlatıyor
Ahir varınca haddini estiyi şadımız
Yahya Kemal'in bu kıtadaki son Mısra
Sonra gelince de yani biz ircii emrine aldığımızda
Yani Hak Teâlâ kendisine dönme emrini buyurduğunda
Yani ecel geldiğinde Zerrece itiraz etmeksizin hükmü kazaya zerre kadar yok inadımız diyerek
Emre itaati vurguluyor.
Burada tabi şu anlaşılıyor=
Gayriden uzaklaşmadan Yare yaklaşılmaz
Bunun tasavvufi literatürde şöyle bir karşılığı var=
Teberri olmadan tevelli olmaz
Yani iki zıttın sevgisi bir kalpte asla birleşemez
Aşkın sevginin samimi aşkın en canlı en belirgin şahidi şudur ki
Gayrılarla uyuşamaz Aykırı gidenlerle uyuşamaz.
Bu öğrenilecek öğretilecek bir şey de değil
Kendiliğinden öyle olur
Kalbi kabul etmez
Nefretle karşılar
Teberri etmek Uzaklaşma Sırtını dönmek uzak kalmak
Tevelli yaklaşmak.
Teberri olmadan tevelli olmaz.
Allah sevgisi Biraz önce Bayezid-i Veli kelamında ifadesini bulduğu
Üzerinde konuşulması caiz olmayan bir saha
Konuşanlar bilmedikleri için konuşurlar
Şimdi olduğu gibi.
Fakat işte biz zehri yutmaktansa
Şekerin adını anmak efdaldir fehvası mucibince
Cür'et ederek haddimize aşarak bunları söylüyoruz.
Şairlerimizin sözlerine de yaslanıyoruz
Bu anlattıklarımı diğer iki Şair Kanuni Sultan Süleyman yani Şair Muhibbi ve adamlarından olan Şair Fevri'nin beş mısraıyla biraz daha açmamız gerekirse diyor ki=
İlk üç Mısra Fevri'nin=
Kılsalar kuyunda Can'a cismi Efkarım döneyim
Eşiğinden bir kadem atmam ya bana hak halin
Çün Buyurmuş Hazreti Sultan Süleyman Bin Selim
Oldur Aşk ehli kim oldu rukuye Dilber demo kim
Eyleyip divanelik davube yaban istemez
Beşeri aşk üzerinden anlatıyor mesela,
Biraz Metafor kullanarak simge kullanarak anlatıyor
Ey sevgili diyor, Senin peşinde çok dolaşıyorum diye Sizin köyün delikanlıları beni ölümle tehdit edip kılıcı kaldırıp deseler ki baştan aşağı seni ikiye ayıracağız
Bak buralara bir daha gelmeyeceğine dair söz vermezsen biçeceğiz seni deseler bile
Yar eşiğinden bir adım yabana gidersem uzağa gidersem namerdim.
Zira bu işin uzmanı olan Sultan Selim oğlu Süleyman Şöyle buyurmuş son iki mısra artık Sultan Süleyman'ındır. Yani Şair Muhibbi'nin=
Odur ki aşk ehli öyle biridir ki şartlar ne olursa olsun yar eşiğinden uzaklaşmaz.
Başka bir yere baş koymaz.
Ferhat gibi çılgınlık edip dağa Mecnun gibi yoldan çıkıp çöle sapmaz
İkisi de hata etmiştir diyerek o meşhur âşıklar üzerinden hakiki aşkı tarif ediyor.

HZ.ÖMER'LE DÜRÜST ÇOBANIN HİKAYESİ
Abdullah b. Dînâr radıyallâhu anh şöyle rivayet eder:
Halife Hz. Ömer radıyallâhu anh ile beraber Mekke-i Mükerreme'ye doğru yola çıkmıştım. Yolculuğumuz esnasında dağdan bize doğru bir çoban inip geldi. Bizleri hiç tanımıyor ve lalettayin yolcular sanıyordu. Hz. Ömer radıyallâhu anh denemek kastıyla ona dedi ki:
"Ey çoban! Bana bu sürüden bir koyun satsana."
Çoban derhal şöyle cevap verdi:
"Ben bir köleyim." (Bu sürünün sahibi ben değilim. Efendim beni bu sürüyü korumam ve otlatmam için vazifelendirdi, satmak için selahiyetim yoktur.)
Hz. Ömer denemesine devam ederek ona şöyle karşılık verdi:
"Satarsın, sonra da efendine bana sattığın koyun için 'Kurt kapıp yedi.' deyiverirsin olmaz mı?"
Böyle bir yalanla efendisini aldatmak saf ve temiz çobanın iman anlayışına uygun değildi. Bu sebepten kısa fakat özlü bir soru ile karşılık verdi.
"Fe eyne Allah!" (Yani efendime böyle dersem Allah nerede kalır?!! O her yerde hâzır ve nâzır değil mi, her şeyi görmüyor, bilmiyor mu; kulları aldatsak bile O'nu aldatmak mümkün mü? Emanete hıyanet eder ve yalan söylersek bizim Allah inancımız nerede kalır!?)
Hz. Ömer bu halisâne cevaptan çok memnun oldu, duygulanıp ağladı. Sonra bu dürüst köleyi efendisinden satın alarak âzat eyledi.Ve köleye şöyle dedi:
"Verdiğin cevap işte seni kölelikten kurtardı, âzat edilmene sebep oldu. Umuyorum ki âhirette de cehennemden kurtulmana vesile olur."

HZ.İBRAHİM VE HZ.İSMAİL'İN HİKAYESİ
Hz. İbrahim'in yaşı bir hayli ilerlemiş ancak henüz evlâd sahibi olmanın sevincine
mazhar olamamıştı. Hz. İbrahim gece gündüz Mevlâ'dan hayırlı bir evlad niyaz ediyordu. Ve
nihayet Allah-u Teala, Hz. Hacer ile Hz. İbrahim'e bir erkek evlad ihsan eyler.. Ona İsmail
adını verirler.
Günler hızla geçmektedir, Hz. İsmail artık yedi yaşlarına gelmiştir. Bu sıralarda Hz.
İbrâhim, bir gece rüyasında Hz. İsmâil'i kurbân ettiğini görür. Emin olmak için bekler. Ertesi
gece aynı rüyâyı görür. Yine bekler. Üçüncü gün yine aynı rüyâyı görünce durumu anlar,
Rabbi ondan oğlu İsmâil'i kurbân etmesini istemektedir... Zor ve çetin bir imtihandır onların
ki. Hz. İbrâhim, oğluna:
" Oğulcuğum!. Bir ip ve büyük bir bıçak al. Sonra, şu vadiye gidelim de ev halkına
odun toplayalım" der. Ona Rabb'inin, kendisine emrettiği şeyden bahsetmez.
Baba-oğul Şı'b Vâdisine doğru yöneldikleri zaman şeytan, bir adam suretine girip, Hz.
Hacer'e gider. Ona:
" İbrâhim oğlunu nereye götürüyor, biliyor musun?" der.
O da:
"Vadiden odun toplamaya götürdü", cevâbını verir.
Şeytan:
"Hayır, kesmeye götürüyor", der.
Hz. Hacer:
"O oğlunu çok sever!" diye karşılık verir.
Şeytan devamla:
"Allah emrettiği için onu kurbân edecekmiş!" deyince Hz. Hacer annemiz:
"Eğer Allah emrettiyse itiraz etmeyiz" der.
Hz. Hacer'i kandıramayan sinsi şeytan, Hz. İsmâil'in yanına gider:
"Baban seni nereye götürüyor, biliyor musun?" der. Hz. İsmâil:
"Vadiden odun toplamaya" der.
Şeytan:
"Hayır, seni kesmeye götürüyor. Rabbinin kendisine böyle emrettiğini zannediyor!"
der. Bunun üzerine Hz. İsmâil:
"O emretmiş ise bunu seve seve yerine getiririz" diyerek şeytanı kovar.
Şeytan Hz. İsmâil'i de kandıramamıştır. Son çâre Hz. İbrâhim'e gider:
"Ey ihtiyar! Oğlunu nereye götürüyorsun? Şeytan seni rüyâda kandırmış" der.
İbrâhim Aleyhisselâm onun şeytan olduğunu anlar ve:
"Ey Allah düşmanı!. Vallahi, ben Allah'ın emrini, o vadide mutlaka yerine
getireceğim" der.
Hepsi de, Allah'ın buyruğunu dinlemek ve ona boyun eğmek hususunda
birleşmişlerdir.
Hz. İbrâhim Sebir vadisinde, oğlu ile baş başa kalınca, ona:
"Yavrucuğum" der. "Rüyâmda Allah, seni kurbân etmemi istedi."
Hz. İsmail:
"Babacığım, Allah neyi emrediyorsa sen onu yap. İnşallah ben buna sabredeceğim.
Allah'ın emrine boyun eğ!" der.
Hz. İsmâil, henüz yedi yaşındadır. Söylenenlere karşı hiçbir itiraz göstermeden
Allah'ın emrinin yerine getirilmesini beklemektedir. İbrâhim Aleyhisselâm kalbi hüzün dolu
olarak Hz. İsmâil'i kurbân etmek ister; ama bıçak, Hz. İsmâil'i kesmez. Bıçağı biler, birkaç
kez daha dener, ama bir türlü muvaffak olamaz. Keskin bıçak Allah'ın emriyle kesmez olur.
Hz. İbrahim:
"Her halde, bu iş Allah'tandır!" der.
O sırada, Yüce Allah tarafından:
" Ey İbrahim!. Rüyana, sadakat gösterdin! İşte sana oğlunun yerine boğazlayacağın
kurbanlık, boğazla onu!" buyrulur.
Hz. İbrahim doğrulup bakınca Cebrail Aleyhisselam'ın yanında bir koç ile dikilip
durduğunu görür. Koçu alır ve tekbirlerle Mina'da kurban eder.

GÖNÜL ALLAHIN YURDUDUR
Leyla'dan Mevlaya çıkan yollar hakkında neler söylersiniz=
Mustafa Aydoğan.
Aşık olmak insanı saflaştırır berraklaştırır
Dünyanın bu çatısı olmadığını fark ettirir. Çatı korunaktır emniyettir güvendir.
Dünyanın bir çatısı olmadığını  fark eden insanın içine düşünce en belirgin durum hüzündür.
Yüzünde duruşunda hareketlerinde hep bir hüzün olur
Leyla bir hüzün kaynağıdır. Çünkü o bütün tutamaklarımızı boşa çıkarır
Zamanı ve mekanı hiçleştirir Böylece gönlünüze inen merdiveni kurar
Gönül Allah'ın yurdudur demişler
Bilge şairlerimiz Allah'ın sıfatlarının mecaz yoluyla bir şahsiyet halinde belirginleştirerek
Adına Leyla demişler insanı Kamili de Mecnun diye vasıflandırmışlar.
Böyle olunca Aslında Leyla ile Mevlanın birbirinden ayrı hususları olmadığı daha iyi anlaşılacaktır
Yani Gerçek anlamda gidilen bir yer yok Gidilen biri yok bir gidiş bile yok sadece oluş var
Aşk Sardığı ruhu yapar onarır var kılar. Aşk Diriliştir Çünkü ölümsüzlüktür
Yunus Emre'nin sözü de bu anlama geliyor=
Ölen hayvan imiş âşıklar ölmez.

O KULUNU MAHRUM ETMEZ
Sende muhabbetten almak istersen hisseni
Yolda ol Gönle gir O hiç bırakır mı seni
Onu hakkıyla tevekkül edeni Başka ne tatmin edebilir
Ona hakkı ile sığınanı Başka kim daha iyi koruyabilir
Ona hakkıyla güvenene Başka kim daha çok güven verebilir
Cömertlerin en Cömert'i Sığınılacak tek limanımız
Rabbimiz ortaklığı sevmiyor
O öyle Cömert ki Ortaklıktan dahi hemen çekiliyor
Kendinden istenilmesine seviyor
Yalnızca Kendinden
O Kulunu mahrum etmez.
Horasan Valisi Abdullah Bin Tahir'in askerleri birkaç Hırsızı yakalayıp durumu vadiye bildirirler.
Hırsızlar getirilirken İçlerinden bir tanesi kaçar
O sırada daha önce Nişabur'a giden Herat'lı bir Demirci Horasan'a giriş yapar.
Demirci evine dönmek üzere gecenin karanlığında şehir sokaklarında yol alırken
Askerler onu kaçan kişi zannederek yakalar ve diğer zanlılar da beraber vali'ye çıkarırlar
Vali şöyle der=Hepsini hapsedin.
Bir suçu olmayan Demirci Hapishanede Abdest alıp namaz kılmaya başlar
Ellerini uzatıp içtenlikle Rabbine yakarır=
Ya Rabbi bir suçum olmadığını ancak sen biliyorsun
Beni bu Zindandan ancak sen kurtarırsın
Ya Rabbi Beni kurtar diye gözyaşlarıyla dua eder.
Vali uyurken rüyasında dört kuvvetli kimsenin gelip Tahtını ters çevirecekleri zaman
Uykudan uyanır
Hemen kalkıp abdest alır İki rekat namaz kılar
Sonrasında tekrar uyur Yine aynı rüyayı görür
O dört kimse tahtını yıkmak üzeredir uyanır, Kendisinde bir Mazlumun ahı olduğunu anlar
Vali Hemen hapishane sorumlusunu çağırtıp sorar
Acaba bu gece hapishanede Mazlum birisi kalmış olabilir mi?
Hapishaneden sorumlu kişi
Bunu bilemem Efendim yalnız biri sürekli namaz kılıyor çok dua ediyor Gözyaşları döküyor.
Vali, Hemen o adamı buraya getiriniz der
Demirciyi valinin yanına getirirler
Vali Demircinin halini sorar Çok geçmeden Durumu anlar ve şöyle der
Sizden özür diliyorum Hakkınızı helal edin ve şu bin gümüş hediyemi kabul edin.
Herhangi bir arzunuz olunca da bana gelin.
Demirci yüzünde tebessüm ile şu cevabı verir
Ben hakkımı helal ettim
Verdiğiniz hediyeyi de kabul ettim
Fakat Herhangi bir arzun olursa Senden istemeye gelemem
Vali neden gelemezsiniz
Demirci=Çünkü benim gibi bir fakir için
Senin gibi bir Sultan'ın tahtını birkaç defa tersine çevirten sahibi mi bırakıp da
Dileklerimi başkasına söylemek kulluğa yakışır mı?
Namazlardan sonra ettiğim dualarla beni nice sıkıntılardan kurtardı.
Pek çok Muradıma kavuşturdu
Nasıl olur da başkasına sığınırım.
Rabbim nihayeti olmayan rahmet hazinesinin kapısını İhsan sofrasını herkese açmış iken başkasına nasıl giderim. Başkasından nasıl isterim
Kim istedi de vermedi Kim geldi de eli boş döndü
O kendi kapısına geleni içtenlikle kendine yakaranı asla mahrum etmez
Geceler uykudan uyan
Gizli Sırlar olsun Ayan
Mahrum olmaz Allah diyen
Yalvar Kul Allah'a Yalvar
Yunus Emre

SERMAYESİ ERİYEN ADAM
Asırlar öncesinden günümüze kadar ulaşmış, dillerden gönüllere işleyen, meşhur
hikâyelerden biridir buz satıcısının hikâyesi.
Arap diyarında yaz sıcağı ortalığı kasıp kavurmaktadır. Herkes serinlemek için gölge
bir yer, ferahlatacak bir rüzgâr aramaktadır.
Çarşı-Pazar kurulan bir gün buz satıcısı yüksek dağların eteklerinden getirdiği buzları
satmaya çalışıyordu. Adam buz kalıpları eriyip ziyan olmadan bir an önce onları satmalıydı.
Gel gör ki, o gün fazla hareketlilik olmadığından pek buz satılmıyordu. Öğle sıcağı da
bastırınca buzlar artık daha fazla dayanamayıp yavaş yavaş erimeye başlamıştı. Tek sermâyesi
olan buzların gözünün önünde eridiğini görmek, adamın içini de eritiyordu. Erimenin hızlanmasıyla içi yanan adam şöyle bağırmaya başlar:
"Sermâyesi güneşin altında sürekli eksilen şu kardeşinize acıyın."
O sırada talebeleriyle birlikte oradan geçmekte olan velî bu sözleri duyunca bir nara
atar ve olduğu yere yığılır. Talebeler telaşla hocalarının yüzüne su serperler, şakaklarını ve
ellerini ovuştururlar ve merakla
"Ne oldu hocam? Neyiniz var?" diye sorarlar:
Şeyh efendi:
"Şu adamın söylediklerine dikkat edin"diyerek buz satıcısının tarafına bakar. Adam,
içinin yandığı sesinden belli olacak şekilde sürekli bağırmaktadır:
"Sermâyesi eriyen buzcudan alışveriş yapan yok mu?"
Hoca talebelerine döner ve şöyle der:
"Bu sözler beni derinden etkiledi. Eriyenin sadece buzların değil, aynı zamanda
ömrümün de olduğunu fark ettim. Güneş nasıl buzu eritiyorsa, zamanında en büyük
sermayemiz olan ömrümüzü, ömür buzumuzu saniye saniye, dakika dakika erittiğini
düşündüm, ondan üzüldüm, bu yüzden feryâd ettim. Adamın buzların erimesine olduğu kadar
bile, ömürlerinin boşa tükenmesine içi sızlamayanlara yazıklar olsun.."

TEVAZUUN ZİRVESİ BİR VALİ SELMANI FARİSİ
Efendimizin vefâtından sonra Selmân-ı Fârisî (r.a.) Bağdat yakınlarındaki Medâin'e
vâli olarak gönderilir. Kendisinin mütevâzı bir yaşam biçimini benimsediği rivayet olunur.
Öyle ki vâli olduğunun hiçbir nişanı üzerinde görülmezmiş. Halktan biri gibi dolaşırmış halk
içinde.
Selman-ı Farisi (r.a) ile ilgili gönüller sultanı Mehmed Zahid Kotku (k.s.)'nun bir
sohbetinde dinlediğim, ilgili pek çok kaynakta da bulabileceğiniz bir menkıbeye burada yer
vermek istiyorum.
Bir gün Şam'dan zengin bir şahıs şehre gelir. Yanında eşyası da vardır. Götürecek bir
adam arar. Sağına, soluna bakar; kimseyi hamala benzetemez. O sırada oradan geçmekte olan
Selmân-ı Fârisî (r.a.)' yi görür. Garip bir adam, hem hamala da benzer bir vaziyeti var diye
içinden geçirir.
Eliyle de işaret ederek seslenir:
"Gel!" der,
O da çekinmeden gelir.
" Şu benim eşyâlarımı evime kadar götürür müsün?" der şahıs.
" Hay hay!" der Selmân-ı Fârisî (r.a.) eşyayı yüklenir şahsın evine doğru yola çıkarlar.
Yolda rast gelenler hemen vâliyi tanırlar ve:
"Esselâmu aleyke yâ emîrel-mü'mînîn!" derler.
Adam taaccüp eder içinden:
"Yahu, ben ne yaptım?.. Müminlerin emîriymiş bu... Allah Allah..." der.
Mahcup bir vaziyette:
" Efendim, affedersin ben bilemedim, kusuruma bakmayın! Bırakın burada eşyâları,
ben bir başkasıyla yollarım" der.
Fakat Selmân-ı Fârisî (r.a.):
" Yok, ben söz verdim. Evine kadar götüreceğim!" der.
Ve sahabeler arasında seçkin bir yere sâhip olan aynı zamanda da bulunduğu
memleketin vâlisi olan Selmân-ı Fârisî (r.a.), hiç gocunmadan adamın eşyâsını evine kadar
götürür.

YALNIZ ALLAH BİLSİN
Onlar ne şan ne de Şöhret tasasındalar sadece Allah'ın rızasındalar.
Ne zaman günümüzdeki kabalıktan gösterişten lüzumsuzluklardan bunalsak
İrfan sahibi büyüklerimizin ferahlatan ikliminde soluklanmaya çalışıyor
Medeniyetimizin Kadim mensuplarının Hadiseler karşısında ki zarif
Hikmet dolu tavırlarını okudukça Duydukça huzur buluyoruz.
Onlar da bulunan bütün bu güzel hallerin yalnızca tek bir nedeni var
Allah'ın Rızasını kazanabilmek.
Yalnız Allah bilsin=
Ebu Osman düşmana karşı tedbir almak
Bazı mevzileri tamir ve tahkim etmek için ahaliden para toplamak ister
Halk bu parayı vermez
Ebu Osman bundan Mahzun olur ve ağlar
Geceleyin yatsı namazından sonra Ebu Amr bir kese içinde 2000 akçe getirip
Ebu Osman'ın önüne Bırakır ve şöyle der
Bu parayı Dilediğiniz işe Sarf ediniz
Ebu Osman parayı kabul eder ve ona duada bulunur
Sabahleyin Ebu Osman meclise gelir
Dostlarından ve yakınlarından oluşan kalabalığa keseyi göstererek sevinçle
Ebu Amr dün gece bana Müslümanların kendilerini düşmana karşı müdafaa etmeleri için 2000 akçe getirdi. Allah iyiliğinin karşılığını versin
Birdenbire Ebru Amr kalabalık içinde doğrulduğu görülür ve yüksek bir sesle
Dün gece size verdiğim para anneme aitti
Annem paranın bu işe sarf olunmasına razı değildir
Lütfen bana iade ediniz ki ben de kendisine vereyim der Ebu Osman emreder
Keseyi getirip ona verirler Ebu Amir keseyi alır ve uzaklaşır
Gün akşam olmuştur
Ebu Osman odasında bir köşeye çekilmiş düşünceler içerisindedir
Derken kapı çalınır Gelen Ebru Amr'dan başkası değildir
Elinde yine aynı kese ve kesenin içinde 2000 akçe.
Ebu Amr parayı Ebu Osman'ın önüne koyar ve fısıldar
Sizden tek bir şey rica ediyorum O türlü sarf ediniz ki
Durumu ikimizden başka kimse bilmesin
Onun nereden geldiğini
Yalnız Allah bilsin.
Gece Gündüz Döne Döne
İstediğim Haktır Benim
Allah deyip Yana Yana
İstediğim Haktır Benim
Seyyid Nizamoğlu

TinyPortal 2.2.2 © 2005-2022